17 Ocak 2016 Pazar

ÇOCUK VE ACI ÇEKTİRME ÜZERİNE

Çocuk masumluğun ifadesi olarak görülür.
Gerek yaşamın akışı içerisinde, gerek sanatın değişik alanlarında, mesela şiirde, sözler ve sözcüklerle çocuğun saflığı ve bozulmamışlığı kullanılır.
Yani saftır çocuk. Temizdir çocuk. Pisliğe bulanmamıştır çocuk.
Dünyanın bir ucunu baştan sona günah ve kötülük doldurmuşsa bunun tam tersi yönünde günah işlememenin ve iyiliğin sembolü olarak konumlanır çocuk.
Hatta bilinç altının derinliklerinde çocuğun kutsallığa tekabül ettiği söylenebilir.
Savaşta suçsuz bir yetişkinin ölümünden çok daha fazla can yakar suçsuz bir çocuğun ölümü. Kısaca, “çocuğa sakın dokunma”. “Suçsuz çocuk” dedim, suç ve çocuk yan yana getirilmeyen iki sözcük. Belki de bu iki kelimeyi yan yanda kullanarak suç işledim ben.
Buraya kadar yazdıklarımda aykırı bir durum yok. Üzerine konsensüs olacak ifadeler. Benim gördüğüm bir çocuk bir yetişkin kadar acımasız ve gaddar olabiliyor. Pisliğe batmakta bir yetişkinle kim boy ölçüşebilir denilebilir. Hatta bu yetişkin erkekse.
Çocuğa atfedilen iyilik ve masumluk havariliğinde bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. Burada peş peşe bir çok soru sorulabilir. Eğer çocuk saflığın ve bozulmamışlığın temsilcisi ise nasıl olurda çocuk acımasız ve zalim olabiliyor? Sadece bir soru. Acaba saflığın ve bozulmamışlığın kendisinde mi kötülük saklı?
Zalimlik kime bahşedilmiş? Kimin için var gaddar olmak ? 
Hangi yaşlar için hangi insanlar için? Hep soru.
İki filmle çocuğun acımasız da olabileceğini anlatmaya çalışayım.
Birinci film… Bela Tarr’ın “Santantango (Şeytanın son tangosu)” filminden.
On yaşlarında bir çocuk kediye türlü işkenceler yapıyor. Boğazını sıkıyor, aç bırakıyor, başını eziyor, canını acıtıyor. En sonunda kedinin mamasının içerisine fare zehri koyup kedinin önüne bırakıyor. Açlıkla debelenen kedi zehri yiyip ölüyor.
İkinci film… Kim Ki Duk’un “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış” filminden.
Yine on yaşlarında bir çocuk ormanda yaşayan bir çok hayvana acımasızca davranıyor.
Balığa, kurbağaya, kaplumbağaya…
Kurbağanın karnına taş bağlıyor, suya bırakıyor. Kurbağa hareket etmekte zorlanıyor, yürümek istedikçe yürüyemiyor. Çocuk kurbağanın acı çektiğini, gövdesinde taşla debelendiğini gördükçe zevk alıyor ve gülüyor. 
Aynı işkenceyi diğer hayvanlara da yapıyor, hatta bu hayvanlardan biri ölüyor. Tüm bu hayvanların acısı çocuk için mutluluk aynine dönüşüyor. Çocuk, zalim ve insanların acı çekmesinden zevk alan bir ordu komutanına, hayvanlar ise savunmasız halka dönüşüyor.
Bu filmlerdeki sahneleri hepimiz mahallemizde görebiliyoruz. Beş çocuk bir eşeğin sırtına binip eşeğin türlü yerlerine demir sopayla vurup, sivri bir cisimle eşeğin gözünü çıkartabiliyor. Yine küçücük bir çocuk kuşu yuvasından çıkartıp elleriyle kuşun başını kopartabiliyor, kurbağayı bir hortumla şişirip patlatabiliyor.
Peki o masumluk havarisini işkence çektiren zalime dönüştüren ne? İnsan acıdan zevk mi alıyor, birilerinin acı çekmesi haz mı veriyor ademoğluna? Ya da çocuk inanç, toplumun ahlak yasaları ve devletin kanunları manzaralarıyla örtülmediği için, saf ve saf olduğu için, çırılçıplak olduğu için ruhunda zalimlik cevherleri mi dolu ?
Böyle aklımızda dolaşan bir çok soru var. Hepsi bir inceleme konusu. Sanırım iyi bir psikanaliz uzmanına ihtiyacımız var. Her yollun ızgara sokaklı Roma’ya çıktığı gibi, her sorumuz bize aynı sonucu veriyor. Çocuk zalimlik yapabiliyor, en masum yaratığa acımasızca davranabiliyor. Şiirlerde biraz daha dikkat.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder