Bazı insanlar, bazı olaylar tüylerimizi diken diken ediyor. Bunun sebebi bugüne değin
yapılmış tanımlamaları altüst etmeleri, masum görünümleriyle ürkütücü olarak bilinenlerden daha ürkütücü olmaları. Gerçek
ürkütücü olmaları. Ama öyle bilinmemeleri. Ezber bozmaları.
Farkında olmadan
asıl olanı, gerçekliği kaçırıyoruz ama her şey gözümüzün önünde yaşanıyor aslında. Durup
bakamıyoruz. Bakıyorsak göremiyoruz. Neden mi? Çünkü sıradanlık, alışkanlık ve
yanılsama kör eder gözleri.
Bazı
örneklerle mevzuyu anlatalım.
1.
Bir
Nazi komutanı yüzlerce Yahudi’yi katleder, öldürür. Hiç acımadan, elleri
titremeden, gözünü kırpmadan, büyük bir soğuk kanlılıkla. Ve komutanın
ismi bu yüzden kasaba çıkar, büyük nam
yapar. İsrail istihbaratı büyük uğraşlar sonucu komutanı tutuklar. Mahkemelerde
yargılanacak, işlediği suçların hesabı sorulacak. Komutanın tutuklama haberi
basında büyük yankı yapar. Komutanın kasap, acımasız ve gaddar olduğunu,
psikopatlığıyla bir sürü insanı öldürdüğünü yazar basın uzun süre. Halk da
çıkan haberlere inanır. Komutan mahkeme önüne çıkar. Detaylı bir inceleme
yapılır hakkında. Ve anlaşılır ki. Komutan çocuğuna, eşine bir fiske bile
vuramayan, kimseye karışmayan kendi halinde, gayet normal, sıradan bir
insandır. Sırf kedisine görev verildiği için, rütbe ve kademe yükselmek,
üstlerinin gözüne girmek için öldürmüştür bütün bu insanları. Hiç acımadan
gayet normal bir eylem olarak yapmıştır.
Görüldüğü gibi adam bir psikopat değil gayet sıradan biri, sıradan nedenlerle katliam yapmış. İşte bu sıradanlık
bir psikopattan çok daha ürkütücüdür. Bu sıradan komutan zalim, gözü kara bir
insandan çok daha korkunçtur.
80
darbesinde işkence yapan, idam ettiren, eden, o kadar insanı yok eden kamu görevlilerini
düşünelim. Belki de ne kadar sıradan insanlardı ve ne kadar sıradan sebeplerle
bu kıyımları yapmışlardı. Belki de çocuklarına bir tokat atmamışlardı, dışarıda
olan insanlardan farkları yoktu, bir yaşlının elini tutup trafik ışıklarında karşıdan
karşıya geçirmişlerdi. Normal yaşamlarında herkes gibiydiler. Halktan biri
gibi. Sabah kalkıp işine giden, akşam eşine çocuğuna ekmek getiren adam gibi. Ya
da sabahtan akşama çayhanelerde okey oynayan adam gibi. İşte bu insanlar o
üniformaların altına girdiklerinde işkenceler yapmış, insan öldürmüşlerdi.
Hangisi daha korkunç? Bu sıradan insanlar mı, bir psikopat mı?
Ve
bu sıradan insanların hiç biri katil değildi. Sanki karınca ezmişlerdi. Bu da
ayrı bir ironi. Yasa vardı diyecekler. Kimin yasası? Oysa bir üstteki bir
alttakine emir vermemiş miydi?
2.
Hitler’i
düşünelim. Hitler baskı kurmuştur halkın üzerinde. Kendine biat etmeyenleri,
ortadan kaldırmıştır, sindirmiştir. Toplumun önde gelenlerini cezalandırmıştır, ya hapse atmıştır ya da gözünü korkutmak için dava açmıştır.
Medyayı, gazetecileri, aydınları tehdit etmiştir. Sesinizi kesin, fazla
düşünmeyin demiştir. Buraya kadar olağan her şey. Asıl bundan sonra hikaye
başlıyor. Sıradan insanlar veya halk Hitler’in gölgesinden bile korkar hale
gelmişse, hiç baskı kurmadığı yerlerde bile Hitler’in sopasını sırtlarında hissediyorsa, her an
sanki arkalarındaymış gibi hissediyorlarsa, sürekli izlendiklerini
düşünüyorlarsa kabus başlamış demektir. Dikkat
edilmesi gerekilen: Hitler’in gölgesinin Hitler’in kendisinden daha ürkütücü
olması, insanların Hitler’in isminden çok daha fazla korkmasıdır. Artık
Hitler olmadan, buyur etmeden insanlar hizaya girer, verilmeyen emirleri bile
yerine getirir, olmayan yasaları bile uygular. Bir tür şizofrenik haldir. O kadar
askerin, güvenlik görevlisinin, istihbarat elemanının sağlayamadığı otoriteyi
bir gölge elini kıpırdamadan sağlıyor. Artık gölge her yerde evlerde, iş
yerlerinde, yatak odalarında, arkadaş ortamlarında, en mahrem yerlerde, hatta
insanların içinde, bedenlerinin bir parçası gibi, el-kol-kalp gibi dolaşır. Hitler’in
yerine hayaleti halka sesleniyor, dünyaya meydan okuyor ve herkes hayaletin
söylediklerini uyguluyor. Aslında hiç söylenmemiş sözler yerine getiriliyor.
3.
Kötülük
nasıl sıradanlaşır? Nasıl kimse kötülüğü fark etmez, başkasının ölümüne,
felaketine bağışıklık kazanır? Bir sürü insan gözler önünde ölür, savaş olur
çocuklar kurşuna dizilir, binlerce göçmen denizi geçmek isterken boğulur, bir
ülkenin tamamı dilenci olur, evini terk eder insanlar ama kimse üzülmez, hatta
kılını bile kıpırdamaz, rahatını bozmaz. Oysa her insan kendi ölümünden deli
gibi korkar, kendi açlığından, evsiz kalacağından korkar. Değil o ölüm anı,
öleceği düşüncesi bile çılgına çevirir herkesi.
Eğer
kötülük bu kadar sıradansa kötülüğün tanımını nasıl yapacağız? Bu kötülüğün
ölümü değil mi? Kötülük kötülüğü yok ettiği için sıradan bir hal aldığı için neyden
bahsedilecek?
Kötülüğün sıradanlığı, kötülüğe
alışmak, başkasının ölümüne hiç üzülmeme duygusu bir ülkenin yok olmasından çok
daha ürkütücü değil mi? Daha doğrusu kötülüğün yok olması korkunç değil mi?
Çünkü kötülük yok edilmemişse tepki verilmesi gerekilir? Olan bir şeye tepki
verilmez mi? Yani bir insan öldürüldüğünde tepki verilmesi gerekilir. Eğer kötülüğe
tepki verilmiyorsa alışkanlık muzaffer olmuştur, kötülük ölmüştür. Kötülüğün öldüğü
yerde iyilik çok daha önce ölmüştür.