

"Tam
bir başyapıt! Tanımlamasını en çok hakkeden kitaplardan biri. Bu denli büyük
olmasına rağmen bu kadar az biliniyor olması üzüntü vericidir. Mehmet Eroğlu
insanları Tatar Çölü’nü okumuş olanlar ve okumamış olanlar şeklinde ikiye
ayırdığını söyler. İddialı bir söylem olsa da, gerçekten çok sert bir roman. İnsanı
oturduğu yere mıhlar, alışkanlıklarımızın verdiği kolaylık ve güven hissi
yüzünden bir ömrün gözümüzün önünden kayıp gidiverdiğini ve buna nasıl sadece
seyirci kaldığımızı en çıplak haliyle gözler önüne serer. Bittiğinde kendinizi
çok kötü hissedeceğiniz muhakkak olduğu gibi, yaşamınızın geri kalanına
etkisinin pozitif olacağı da kesindir. Bir kaç yıl arayla tekrar tekrar okunası
bir kitap. hangimiz yaşamın orta yerine atılıp her şeyi göze alarak kendi arzu
ve isteklerimiz doğrultusunda yaşıyor? Bunun için gereken cesaretin bir kısmı,
bu kitapta saklı."(ekşi sözlük)
1. “Yavaş
yavaş güveni azalıyordu. İnsanın tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşmadığı
zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların
her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde,
acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun
dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne
denli büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı
işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (sf.193)
2. “Belli
bir yaştan sonra umutlanmanın aşırı derecede çaba gerektirmesi yani insanın
yirmi yaşında sahip olduğu inanca asla tekrar kavuşamamasıydı.” (sf. 113)
3. “Ama
sonuçta, insan burada, kalede daha iyi bir şeyler olacağı umudunu taşıyabilir.”
(sf. 141)
4. “Ya
yıllar yıllar boyunca burada durmak ve gençliğini burada, bu tek kişilik
yatakta tüketmek zorunda kalırsa?” (sf. 37)
5. “İnsanlar,
‘şu nehri aştıktan sonra on kilometre daha gidince varırsın.’ diyeceklerdir. Ama
buna karşılık yol hiç bitmeyecektir, günler gitgide daha kısalacak, yol
arkadaşları seyrekleşecek, camlarda hareketsiz, donuk, kafalarını sallayan
suratlar görünecektir.” (sf. 50)
6. "Muhakkak
farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki insan: Artık sonuna gelmiş olsam
bile beklemeye değmiş diyebilmeli."
7. “Tüm
bunlar artık ona aitti ve bunları terk
etmek Drago'ya acı verecekti. Ama aslında o bunu bilmiyordu, ne gitmesinin
kendisine nasıl bir çaba gerektirdiğinden, ne de kaledeki yaşam günleri, birbirinin
tıpkısı günleri, baş döndürücü bir hızla yutup gittiğinden haberdardı. Dünle
evvelsi gün birbirinden farksızdı, onları birbirinden ayırt etmek olanaksızdı;
üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce olmuş bir şey de sonuçta ona
eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece, o ayırdına varamadan,
zaman akıp gidiyordu.”
8. “Hatta
şu anda, içinde derin bir eziklik hissediyordu, hani yazgının en belirleyici
anları, size dokunmadan burnunuzun dibinden geçip gider ve sizi solmuş
yapraklardan oluşan bir burgacın ortasında bırakırlar ya, işte yiten korkunç
ama dev fırsat duygusunu hissediyordu.”
9. “Nedenini
bilmeksizin zaman, günleri birbiri ardına yutarak, çok daha hızlı bir biçimde
akıp gitmeye başlamıştı. İnsan şöyle bir çevresine bakana kadar akşam oluyor,
güneş ufukta kayboluyor, derken öbür taraftan yeniden belirerek karla kaplı
dünyayı aydınlatıyordu.”
10. "henüz
genç ve sağlıklı bir bedene sahipken, zafer borularının öttüğü anda ölmek güzel
olabilir; ama bir hastane koğuşunda uzun uzun acı çektikten sonra ölmek daha
kötüdür herhalde, evde, sevgi dolu inlemeler, hafif ışıklar ve ilaç şişeleri
arasında ölmek daha melankoliktir. ama bilinmeyen, yabancı bir diyarda, sıradan
bir han odasında, yaşlı ve çirkinleşmiş bir biçimde, dünyada, arkada hiç
kimsenin kalmadığını bilerek ölmek kadar zor hiç bir şey olamazdı. "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder