Son yıllarda
popüler dergilerin mantar gibi çoğaldığını görüyoruz. Ben bunlara vitrin
dergileri diyorum. Sömürü dergileri de söylenebilir. Kim ne derse desin. Yeter
ki kastimiz anlaşılsın. Bunlar: Ot, Otlak, Cins, Kafa, Kafka…
Kısaca isimler
böyle. Unuttuğum isimler olabilir. Birbirlerinden çok farklı olmadığı için
önemli değil hepsinin isimleri.
Türkiye’de
Edebiyat dergilerinin tarihine bakıldığında ideolojik kaplaşmaların oldukça
keskin olduğu görülür. Tartışmaların, karşıtlıkların sık olduğu görülür. Vitrin
dergiciliğinin varoluşuna uygun olmasa da ideolojik kaplaşmalar az olsa da vardır.
Bu durumun da vitrin dergiciliğinin işine geldiği söylenebilir. Örneğin bir
taraf okuyucusuna Necip Fazıl’a bağırmak istiyor, diğer taraf Nazım Hikmet’le.
Tabii dediğim gibi kaplaşmalar keskin değil, homojen değil heterojen
birliktelik var, iç içe geçmişlik var. Piyasaya seslenildiği için kimin nerde
yazdığı çok önemsenmiyor. Zaten amaçları bir kitle oluşturmak veya bir kitleye
söz söylemek değil, olabildiğince çok kişiye ulaşabilmek. Olabildiğince çok
satabilmek, çok para kazanabilmek.
İki dergiyi
örnek verirsek, ayırımı görmek açısından.
OT dergisi: daha
sol daha demokrat çevrelerin oluşturduğu biliniyor.
Cins dergisi: İslamcı,
sağcı çevrenin oluşturduğu dergi.
Cins dergisi
daha dar çevrede kalsa da Ot dergisi vitrin dergisinin hakkını tam anlamıyla
veriyor. Yazar vitrinine bakıldığında her çevreden insan görülebilir.

Kafa dergisi
için bir parantez açmak lazım. En önemsemediğim vitrin/sömürü dergisidir.
Birkaç yıl önce Posta gazetesinde Kürdler için “Güneydoğu’da çanak anten terörü” yazısını
yazan ırkçı kişinin dergisidir. Candaş Tolga Işık. Irkçılık tedavi edilen
hastalık grubuna girmiyor. Bu yüzden ömensiz. Kafa dergisinin yazarlarına
bakıldığında demokrat-liberal-geniş kitleler tarafından sevilen, tanınan
yazarların kalem oynattığı görülüyor. Irkçılığın para etmeyeceği bilindiği için
vitrin dergiciliğinin varoluşuna uygun olarak bu yazarlar tercih edilmiş.
Buradan vitrin/sömürü
dergiciliğinin muhtevasına geçelim. Okuyucusu kitlesi kimdir? Nasıl yazarlar
tercih ediliyor? İçerik hangi konulardan oluşturuluyor?
Okuyucusu: Fast-food
ile beslenen, yediğimde bana dokunmasın, beni yormasın hafif ve hızlı ürünler
tüketeyim diyen okuyucunun dergisidir. Bir kavram daha yazabiliriz. Fast-food
okuyucu.
Vitrin Dergisi
yazarları: Vitrin dergileri piyasa değeri olan, geniş kitleler tarafından
bilinen, sevilen isimleri seviyor. Demokrat, liberal, ılımlı, politik olarak
geniş çerçeve çizen yazarlar en uygun olanlarıdır. Kitap satışları patlamış bir
isimse tadından yenmez. Tam vitrin yazarı olmaya uygun.
Zaten dergi
kapaklarındaki isimlerine bakıldığında anlaşılıyor. Süper marketin süper reyonu
gibi. Şampiyonlar liginin karma kadrosu gibi çeşitli, zengin, türlü türlü. Gösterişe
değil, içeriğe önem veren bir dergi, isimleri bu kadar göze sokmaya çalışmaz,
reklam yapmaz.
Vitrin dergileri
okuyucuyu avlamak için etrafında dönüp dolaştığı birkaç kaynak vardır. Neredeyse
tüm vitrin dergileri aynı kaynaklardan besleniyor. Gösteriş
yapabilecekleri, hafif ve hızlı
tüketilebilecek ürünler çıkartabilecekleri konular, meseleler seçiyorlar.
Onların amacı üretmek değil, sunum yapmak, göz boyamak, kısa bir süre için
okuyucuya haz vermek, okuyucuyu tatmin etmek.
Bu durum onları
ucuz edebiyat, ucuz sanat sunucuları haline getiriyor.
Muhammed Ali
örneği verilebilir. Daha mezarının toprağı kurumamışken kapak yapıldı. Büyük
puntolarla reklamı yapıldı, gelecek sayılarda konu edileceği söylendi.
Vitrin
dergiciliğinin sömürü kaynaklarına gelirsek:
Yeşilçam
sineması: Dergi kapaklarından başlayarak derginin son sayfasına kadar
görebiliyoruz. Yeşilçam artistlerinin fotoğrafları, insanların kalbinden yer
etmiş replikleri boy boy vitrine koyuluyor. Bu da yetmiyor posterleri
basılıyor. Günler öncesinden reklamı
yapılıyor. İşte “Temmuz sayımızda Kemal Sunal olacak”. Bilmem şu sayımızda “
Şener Şen’in çocukluk fotoğrafını ilk kez yayımlayacağız.” Sadece bunlarla bitmiyor.
Kaç kez aynı dergilerde veya farklı dergilerde görmüşüzdür. Münir Özkul’un “Bak
beyim sana iki çift sözüm var. Koca adamsın…” sözleri, Alyazmalım filminde
Kadir İnanır ile Türkan Şoray arasında geçen diyaloglar ve başka filmlerdeki replikler önümüze şiir
olarak, gözyaşı olarak, şarkı olarak alt alta üst üste yazılarak getiriliyor.
Başka bir sömürü
kaynağı da: Popüler isimler. Edebiyata, şiire, sinemaya damga vurmuş popüler
isimler her seferinde makyajlanarak yenmesi için insanların önüne bırakılıyor.
Sadece yemeğin görüntüsü değiştiriliyor, tadı aynı, muhtevası aynı. (Yemeği
yedikten sonra kusmamak için kendinizi zor tutuyorsanız, iyi yoldasınız demek ve
demek ki siz vitrin dergisi okuyucusu değilsiniz.)
Bu popüler
isimler kısaca belirtirsek. Kafka, Dostoyevski, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Albert
Camus…
Vitrin
dergilerinin hiçbirinde söylediğim yazarlarla ilgili ciddi yazılar, ciddi çalışmalar yapılmıyor. Okuyucuyu çekmek için yem olarak kullanılıyorlar.
Sonuç olarak: Vitrin
dergileri edebiyat üretmez, sanat üretmez, düşünce kırıntısı ortaya koymaz,
yeni bir şey söylemez, şaşırtmaz. Daha önce yenmiş yemeği ısıtıp ısıtıp
okuyucunun önüne koyar. Daha önce görüleni, duyulanı makyajlayıp yeni bir
şeymiş gibi sunar. Kandırmacadır. Postmodern kültürün defacto yönlerinin
sonucudur. Yaratmazlar, var olanı yeniden yeniden kullanırlar.
Vitrin dergileri
ile yüksek edebiyat yapan dergileri kıyaslandığında aradaki fark rahatça
görülebilir. Örneğin, Postöykü ve Öykülem dergilerine bakıldığında
kapaklarından itibaren ciddi edebiyatın, ciddi çalışmaların ürünleri oldukları
fark edilir. İki derginin de kapağı gösterişsizdir, sadedir. Kafka’nın ya da
Adile Naşit’in boy boy resimleri yoktur. Düşünmeye, düşünceye ve edebiyata
davet eder okuyucuyu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder