8 Temmuz 2016 Cuma

VİTRİN DERGİCİLİĞİ: OT, OTLAK, CİNS, KAFKA VS.

Son yıllarda popüler dergilerin mantar gibi çoğaldığını görüyoruz. Ben bunlara vitrin dergileri diyorum. Sömürü dergileri de söylenebilir. Kim ne derse desin. Yeter ki kastimiz anlaşılsın. Bunlar: Ot, Otlak, Cins, Kafa, Kafka…
Kısaca isimler böyle. Unuttuğum isimler olabilir. Birbirlerinden çok farklı olmadığı için önemli değil hepsinin isimleri.

Türkiye’de Edebiyat dergilerinin tarihine bakıldığında ideolojik kaplaşmaların oldukça keskin olduğu görülür. Tartışmaların, karşıtlıkların sık olduğu görülür. Vitrin dergiciliğinin varoluşuna uygun olmasa da ideolojik kaplaşmalar az olsa da vardır. Bu durumun da vitrin dergiciliğinin işine geldiği söylenebilir. Örneğin bir taraf okuyucusuna Necip Fazıl’a bağırmak istiyor, diğer taraf Nazım Hikmet’le. Tabii dediğim gibi kaplaşmalar keskin değil, homojen değil heterojen birliktelik var, iç içe geçmişlik var. Piyasaya seslenildiği için kimin nerde yazdığı çok önemsenmiyor. Zaten amaçları bir kitle oluşturmak veya bir kitleye söz söylemek değil, olabildiğince çok kişiye ulaşabilmek. Olabildiğince çok satabilmek, çok para kazanabilmek.
İki dergiyi örnek verirsek, ayırımı görmek açısından.
OT dergisi: daha sol daha demokrat çevrelerin oluşturduğu biliniyor.
Cins dergisi: İslamcı, sağcı çevrenin oluşturduğu dergi.
Cins dergisi daha dar çevrede kalsa da Ot dergisi vitrin dergisinin hakkını tam anlamıyla veriyor. Yazar vitrinine bakıldığında her çevreden insan görülebilir.

  

Kafa dergisi için bir parantez açmak lazım. En önemsemediğim vitrin/sömürü dergisidir. Birkaç yıl önce Posta gazetesinde Kürdler için       “Güneydoğu’da çanak anten terörü” yazısını yazan ırkçı kişinin dergisidir.   Candaş Tolga Işık. Irkçılık tedavi edilen hastalık grubuna girmiyor. Bu yüzden ömensiz. Kafa dergisinin yazarlarına bakıldığında demokrat-liberal-geniş kitleler tarafından sevilen, tanınan yazarların kalem oynattığı görülüyor. Irkçılığın para etmeyeceği bilindiği için vitrin dergiciliğinin varoluşuna uygun olarak bu yazarlar tercih edilmiş.
Buradan vitrin/sömürü dergiciliğinin muhtevasına geçelim. Okuyucusu kitlesi kimdir? Nasıl yazarlar tercih ediliyor? İçerik hangi konulardan oluşturuluyor?

Okuyucusu: Fast-food ile beslenen, yediğimde bana dokunmasın, beni yormasın hafif ve hızlı ürünler tüketeyim diyen okuyucunun dergisidir. Bir kavram daha yazabiliriz. Fast-food okuyucu.

Vitrin Dergisi yazarları: Vitrin dergileri piyasa değeri olan, geniş kitleler tarafından bilinen, sevilen isimleri seviyor. Demokrat, liberal, ılımlı, politik olarak geniş çerçeve çizen yazarlar en uygun olanlarıdır. Kitap satışları patlamış bir isimse tadından yenmez. Tam vitrin yazarı olmaya uygun.
Zaten dergi kapaklarındaki isimlerine bakıldığında anlaşılıyor. Süper marketin süper reyonu gibi. Şampiyonlar liginin karma kadrosu gibi çeşitli, zengin, türlü türlü. Gösterişe değil, içeriğe önem veren bir dergi, isimleri bu kadar göze sokmaya çalışmaz, reklam yapmaz.

Vitrin dergileri okuyucuyu avlamak için etrafında dönüp dolaştığı birkaç kaynak vardır. Neredeyse tüm vitrin dergileri aynı kaynaklardan besleniyor. Gösteriş yapabilecekleri,  hafif ve hızlı tüketilebilecek ürünler çıkartabilecekleri konular, meseleler seçiyorlar. Onların amacı üretmek değil, sunum yapmak, göz boyamak, kısa bir süre için okuyucuya haz vermek, okuyucuyu tatmin etmek.
Bu durum onları ucuz edebiyat, ucuz sanat sunucuları haline getiriyor.
Muhammed Ali örneği verilebilir. Daha mezarının toprağı kurumamışken kapak yapıldı. Büyük puntolarla reklamı yapıldı, gelecek sayılarda konu edileceği söylendi.

Vitrin dergiciliğinin sömürü kaynaklarına gelirsek:

Yeşilçam sineması: Dergi kapaklarından başlayarak derginin son sayfasına kadar görebiliyoruz. Yeşilçam artistlerinin fotoğrafları, insanların kalbinden yer etmiş replikleri boy boy vitrine koyuluyor. Bu da yetmiyor posterleri basılıyor.  Günler öncesinden reklamı yapılıyor. İşte “Temmuz sayımızda Kemal Sunal olacak”. Bilmem şu sayımızda “ Şener Şen’in çocukluk fotoğrafını ilk kez yayımlayacağız.” Sadece bunlarla bitmiyor. Kaç kez aynı dergilerde veya farklı dergilerde görmüşüzdür. Münir Özkul’un “Bak beyim sana iki çift sözüm var. Koca adamsın…” sözleri, Alyazmalım filminde Kadir İnanır ile Türkan Şoray arasında geçen diyaloglar ve  başka filmlerdeki replikler önümüze şiir olarak, gözyaşı olarak, şarkı olarak alt alta üst üste yazılarak getiriliyor.

Nostaljinin ve duygunun taciri yapılıyor. Edebiyat adına edebiyatla sömürü yapılıyor.

Başka bir sömürü kaynağı da: Popüler isimler. Edebiyata, şiire, sinemaya damga vurmuş popüler isimler her seferinde makyajlanarak yenmesi için insanların önüne bırakılıyor. Sadece yemeğin görüntüsü değiştiriliyor, tadı aynı, muhtevası aynı. (Yemeği yedikten sonra kusmamak için kendinizi zor tutuyorsanız, iyi yoldasınız demek ve demek ki siz vitrin dergisi okuyucusu değilsiniz.)
Bu popüler isimler kısaca belirtirsek. Kafka, Dostoyevski, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Albert Camus…
Vitrin dergilerinin hiçbirinde söylediğim yazarlarla ilgili ciddi yazılar, ciddi                                           çalışmalar yapılmıyor. Okuyucuyu çekmek için yem olarak kullanılıyorlar.

Sonuç olarak: Vitrin dergileri edebiyat üretmez, sanat üretmez, düşünce kırıntısı ortaya koymaz, yeni bir şey söylemez, şaşırtmaz. Daha önce yenmiş yemeği ısıtıp ısıtıp okuyucunun önüne koyar. Daha önce görüleni, duyulanı makyajlayıp yeni bir şeymiş gibi sunar. Kandırmacadır. Postmodern kültürün defacto yönlerinin sonucudur. Yaratmazlar, var olanı yeniden yeniden kullanırlar.

Vitrin dergileri ile yüksek edebiyat yapan dergileri kıyaslandığında aradaki fark rahatça görülebilir. Örneğin, Postöykü ve Öykülem dergilerine bakıldığında kapaklarından itibaren ciddi edebiyatın, ciddi çalışmaların ürünleri oldukları fark edilir. İki derginin de kapağı gösterişsizdir, sadedir. Kafka’nın ya da Adile Naşit’in boy boy resimleri yoktur. Düşünmeye, düşünceye ve edebiyata davet eder okuyucuyu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder