Vladimir ve
Estragon bir yerde buluşur, Godot’yu bekler. Sözleşmişlerdi Godot ile. Zaman
geçer, sabırsızlanmaya başlarlar ama bir türlü gelmez Godot. Yine de
bekleyişlerini devam ettirirler. Godot’un bir gün çıkıp gelme ihtimali umuda
dönüşmüş. Küçücük bir umut bir ağaç dibinde günlerce mantıksızca beklemelerine
yetmiş. Bir süre sonra asıl tehlike başlar. Sürekli bekleyiş ve her gün tekrarlanan
ritüeller sıradanlaşır, hem zamanın hem de eylemin önemini ortadan kaldırır.
Çünkü sıradanlık ve süreklilik, sonsuzluk ve hiçlik yaratır. Demiri eriten
kızgın lavlar gibi eylemler ve zaman hiçliğin/sonsuzluğun içinde küle dönüşür.
Aynı noktada aynı şeyleri yaparak günlerce bekleyen adam dünün bugünden bugünün
dünden farkını bilemez, 365 gün aynı gün haline gelir, tüm eylemler aynı eylem
olur, zamanın da farkına varılmaz, yapılanların da farkına varılmaz. Nitekim
Vladamir ve Estragon ne kadar zamandır Godot’u beklediklerini bilmez, günün
Pazar mı, cumartesi mi, Perşembe mi olduğunu hatırlamaz, bir önceki gün
görüşmüşlerdi ama hatırlamazlar görüşüp görüşmediklerini, bir çocuk gelir
yanlarına Godot’un yarına geleceğini söyler, yarın olduğunda çocuk tekrar gelir
yanlarına bir daha Godot’un yarın geleceğini söyler ama çocuğa sorduklarında
daha önce yanlarına gelip gelmediğini hatırlamaz.
Müthiş bir
hafıza kaybı. Hem çocukta hem de Vladimir ve Estragon’da. Bir tür Alzhemir
hastalığı. Sanki geçmişte hiçbir şey yaşanmamış, geleceğe dair az umutları var,
sadece oldukları anın kısa bir diliminde yaşıyorlar, bir saat öncesi bile söz
konusu olunca tepe taklak oluyor her şey. Tüm ömürleri kısacık ana sıkışmış.
Bundan sonra
gerçeklik kaybolup gider. Yapılanların önemi olmadığı için anlamın da önemi olmaz.
Kişiler, isimler, kelimeler, beklenen mekanlar, bekleyen kişiler, gelecek
kişiler, Vladimir, Estragon ve Godot topluca anlam kıyımına uğrar, toz buz
olur. Vladimir’in Estragon olması, Estragon’un Vladimir olması ya da ikisinin
hiç olmaması fark etmez. Günün pazartesi mi, pazar mı olduğunun önemi kalmaz.
İnsan standartlaşan sistemin içerisinde sistemin yürümesi için sistemin parçası
haline gelir, canlı bir nesne olur. İnsan sadece kendisine değil dünyaya,
eşyaya da yabancılaşır. Bir taşın yaşamla ne kadar münasebeti varsa insanın da
o kadar olur.
Samuel Beckett personalarına
yaşattığı hafıza kaybı ile farkına varılmayanı gün yüzüne çıkarır. Beckett için
en fazla biraz abarttığı söylenebilir. İnsanların gözüne soktuğu gerçeklik
inkar edilemez. Ve Beckett yaşamdaki akıl dışılığın ciğerini söker, iki
perdelik oyun şeklinde insanların önüne atar. Tekrarlanan ritüeller önce
kendisini işkal eder sonra insanının yaşamındaki birçok şeyini.
Herkes hayatına
devam eder ama ritüellerinin, günlük yaşamın sıradanlığının nasıl bir canavara
dönüştüğünü fark etmez. Hatta yaratılan canavarın insanı yok ettiğini, hem de
çok acı bir şekilde yok ettiğini, elini kolunu bile görmeyecek hale
getirdiğini, canlı bir taşa dönüştürdüğünü fark etmez.
Her gün
kahvaltısını yapıp saat sekizde işine giden bir memur bir süre sonra fabrikada
vida sıkan penseden farkı olmaz. Ya da her gün iki kez saati sekize vuran
akrepten. Memur, ne yaptığı kahvaltının
bilincindedir ne de işe nasıl gittiğinin. Yaşam önünü açıp ilerlemek isterken
geçmişi ve geçmişte yaşananları cansızlaştırır.
Vladimir ve
Estragon, Godot’yu bekler. Tüm eylemlerinin nedeni Godot’un çıkıp gelmesi. Ama
günü sonunda Godot gelmez. Gerçekten
Godot adında birinin olup olmadığını öğrenemeyiz. Belki de Godot hiç yoktur,
tamamen uydurulmuştur. Tüm yüzler Godot’un yüzü ile karışır, herkes hem Godot
olur hem de hiç kimse olur. Estragon Pazzo’yu gördüğünde “Godot bu muydu” der.
Oyunun sonunda
sorular takılır kafamıza. Dünyada varlığına inandığımız, uğrunda ömür
tükettiğimiz her şey gerçekten var mıdır acaba, yoksa dünyada kalmak için
kurgular oluşturup bahaneler mi uydurmuşuz? Sevdiğimiz insanlar, inandığımız
tanrı ne kadar kendisidir, ne kadar bizim kurgumuzdur. Deney yapılırsa yüzde on
gerçekliğe karşın yüzde doksan uydurulmuş çıkar beklide.
Beckett,
insanların dünyada kalma sebeplerine dinamit koyuyor resmen. Çünkü yaşamak için
yalan da olsa nedenlere ihtiyaç var. Vladimir ve Estragon baş başa kalması için
hiç olmayan Godot’un kurgulanmasına ihtiyaç var. Godot inançlı bir adam için tanrıdır,
devrimin olacağına inanan biri için ideolojidir, yükselmeyi bekleyen bir memur
için müdürlük, başkanlık koltuğudur. Bir askeri yıllarca savaşacak halde tutmak
için en güzel yol gelecekte yüzbaşı ya da albay olacağı umududur. Asker için
Godot’yu böyle bir umuttur.
Aynı durum Dino
Buzatti’nin, Tatar Çölü romanında da söz konusu. Bastiani kalesindeki askerler
ve Drago, Tatar Çölünden bir gün düşman askerlerin çıkıp gelmesini, savaşın
çıkmasını bekler. Savaş çıkarsa işe yaradıklarını ispatlayacaklar. Çünkü askerlerin
varoluşu savaşabilmelerine bağlı yoksa kale bekçisinden farkları kalmaz. Bu bekleyiş
uğruna Drago yaşamını kalede tüketir ve sonunda ölür. Durumun dramatik tarafı
Tatar çölünden hiçbir zaman düşman askerlerin gelmeyeceği halde böyle bir
yalanın uydurulmasıydı. Ne için? Yaşamak için Godot’yuların gelmesi umut
edilmeli.
Gerçekliğin yüzü
çok acı olduğu için insanlar gerçeklikten korkar, gerçeklikle baş başa kalmak
istemez, yalanın tatlı yüzünü gerçekliğin acı yüzüne tercih edip uydurmuş
olanla yaşar. Katı, değişmez gerçeklikle yaşamaktansa esnek, isteğe göre
şekillenen yalancı gerçeklikle yaşamak çok daha kolaydır. Dünyada tüm Godot’yuların toplamı gerçeklikten
tonlarca kat büyüktür.